26 Aralık 2013 Perşembe

Her Yiğidin Bir Portakal Yiyişi Vardır


Kitap önerisi : Frank Schatzing - SÜRÜ
Ekolojik gerilim sevmeyen var mı?
Gerçeğe çok yakın bir felaket senaryosu.
Okyanusun gizemlerinin yanında, kitap "ilginç canlı türlerini tanıyalım belgeseli" adeta. bilimsel verilere dayanarak yazılmış 784 sayfalık bir alışkanlık.
Eğlendirirken düşündürüyor, düşündürürken öğretiyor, öğretirken geriyor.
Bence okuyun.


25 Aralık 2013 Çarşamba

Dünyanın En Olumsuz İç Mekan Eleştirileri


Merhaba.

Üstümdeki kara bulutları bir türlü dağıtamadığım bir ay içerisindeyim. Yılın son ayı böyle olunca da 2014 için beklentilerim artmaya başladı. Sanırım ben de 31 Aralık gecesine bırakacağım bütün büyük değişimlerimi. O yüzden şimdi sinirli ve gergin olmaya gönül rahatlığıyla devam ediyorum.

Aslında aklımda beğendiğim "interior design" fotoğraflarını paylaşmak ve güzel güzel, mutlu mutlu şeyler yazmak vardı ama şu ruh hali ile, bir sarayın iç dekorasyonuna da baksam içimden, iyilik, güzellik ile ilgili herhangi bir şey geçmeyecek ve muhtemelen yer döşemesinin cilasına filan kafayı takacağım.

Ben de madem böyleyim, bir değişiklik yapıp aslında çok beğendiğim ama haklarında güzel şeyler yazamayacak kadar "gıcık" bir insan olamama denk gelmiş zavallı fotoğrafları, gördüğüm bütün küçük ve sevimsiz ayrıntılardan bahsederek paylaşayım dedim. Fotoğrafların altlarında olan cümleler, az önce fotoğrafları gözden geçirirken aklıma ilk gelen gıcık şeylerden ibaret.

Ama dilerseniz onları okumayabilirsiniz elbette.







O kabanlar, montlar toz olur hep. Açıkta olmaz öyle.





Temizliği zor.



Tamamen teşhircilik, ülkemizin muhafazakar yapısına ters.





Gece çişe kalkınca kafanı vurursun.




Böyle bir mutfak için ayakkabı kutusundan 4,5 milyon dolar çıkması lazım. Nerden baksan haram para. 


...



Ben fotoğraflardan sonra da suratımı asmaya devam edeceğim ya da bilmiyorum, gider bir köpeğe ya da kediye sarılırım belki ama size şimdiden iyi yıllar,
Happy Christmas,
Sevgiler.



.



21 Aralık 2013 Cumartesi

Home Lights



Make me sad,
Make me smile.




















Fatoş'u Beklerken


Merhaba.

Bu Fatoş :



Kendisi bir sokak kedisi. Sokak ortasında doğurunca bir hayvan sever kıyamamış, yavrularıyla birlikte balkonuna almış, beslemiş, büyütmüş. Şimdilerde kendine yeni bir yuva arıyor. Gidecek yeri yok diye, Fatoş sokaklarda kötü yola düşmesin diye kalıcı yuva bulana kadar geçici olarak bakmayı kabul etmiştim ben de ona. Geçtiğimiz cuma bize bekliyorduk kendisini. Hatta aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz kedi yatağını da hazır etmiştik onun için.



Annemle yaptığımız bu kedi yatağının sepetini sık iğne ile yünden örerken, içine de elyaftan ve pembe kumaştan böyle bir minder yaptık. Üstüne oturup rahatlığını da test edip onayladık. Fatoşumuz için uygun olduğuna karar verdik.


Fakat Fatoş cuma günü bize gelmedi. Yavrularının çoğu sahiplendirilen, geriye tek yavrusu kalan Fatoş'u yavrusundan ayırmaya kıyamadı şu an bakan hanım. Böylece alışkın olduğu yerde kendine kalıcı bir ev bulana kadar bakılmaya karar verildi. Biz de yatağını, onun yerine kış soğuklarında evimizde misafir edeceğimiz diğer sokak hayvanları için bir kenara kaldırdık.

Bunları niye anlatıyorum?
Çünkü; havalar bu aralar iyi de gitse hala kış mevsimindeyiz.
Ve sokaklardaki hayvanlar kış soğuklarında ısınmaya, yiyecek bulmaya her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuyorlar.

Bu konuda ben ne yapabilirim diyorsanız,
https://www.facebook.com/haysev?ref=ts&fref=ts
https://www.facebook.com/hayvanhaklariaktivistleri?ref=ts&fref=ts
https://www.facebook.com/hay.dost?ref=ts&fref=ts

sayfalarına göz atabilirsiniz.
Fatoş'un yeni yuvası olabilirsiniz.
Bulunduğunuz semte bağlı olan bir barınağa gidip bir canlıya sıcak bir ev verebilirsiniz.
Ya da sokağınızdaki hayvanları, soğuk kış günlerinde evinizde misafir edebilirsiniz.

Sevgiler.


Not: Fatoş'u sahiplenmek isterseniz yellowpikap@gmail.com adresine mail atabilirsiniz!


21 Kasım 2013 Perşembe

Film Önerisi : Prisoners

Dün gece saat 1:00 sularıydı. Uykum gelmiş gibiydi ama yatmaya pek gönlüm yoktu. Akşamın sessizliğine - bazen - katlanamayan bir insan olduğumdan, oturup bambaşka bir işle uğraşıyorken bile arka planda sevdiğim, repliklerini ezberlediğim, izlemesem de hangi sahneyi dinlediğimin farkında olduğum filmleri ya da dizileri duymak hoşuma gider. Ve bu hep böyledir. Ya Lord Of The Rings'tir, Ya Friends'tir, Ya HIMYM'dır, Ya The Walking Dead'dir...

Aslına bakarsanız yeni bir şey izlemeyi sinema dışında pek tercih etmem. Özellikle evde film izlemeye bir türlü konsantre olamam. Hep bir ikinci, bir üçüncü iş isterim. Bir keresinde hem film izleyip hem ders çalışıp hem okey oynadığımı bilirim. Çünkü aksi takdirde sıkılmaktayım.

Her neyse. Dün gece de benzer şeyler yaşadım. Bir şeylerle uğraşıyordum. - bir sürü güzel kolye ve bileklik yaptım bu arada, onları da paylaşacağım izlemede kalın! - Ses duymak istedim. Ama bu sefer değişik bir ses olsun da yine izlemem diye düşündüm. Ve muhtemelen hepimizin bildiği film izleme sitelerinden birinden bir film seçtim. - Film seçimimde, Hugh Jackman'ın yaşayan en karizmatik erkek oluşunun etkisi olmuş olabilir tabi. Zira filmi izlerken, Hugh Jackman'ın bağırdığı sahnelerde içimden "ne güzel bağırıyor be, bana öyle bağırsa ben hemen afedersin Hugh, bi tanem, özür dilerim derdim şeklinde cümleler geçirdiğimi fark ettim. - Neyse işte, seçtiğim film Prisoners idi.


Film başladı. Ben çok ilgilenmedim. Küçük ekranı tam ekran bile yapmadım. Yanda bu hap kızları delirtiyoorr konulu reklamların boing boing diye yanıp sönmesine bile izin verdim.  Ama yaklaşık 20 dakika sonra, 20 dakikadır filmi o küçük ekranda aralıksız izlediğimin farkına vardım.

Film ile ilgili söyleyebileceğim ilk şey, sürükleyici olması. Yani benim gibi birini bile sürüklediyse, sizi de sürükler bence.

İkincisi konu - başlangıç - son vs bunlardan hiçbiri değil etkileyici olan, filmin anlatılış şekli çok güzel. Tam bir gerilim filmi ve hep bir sonraki sahneyi merak ediyorsunuz. Film tam tamına 153 dakika ama bir saniyesinde bile sıkılmadığımı söyleyebilirim.

Oyuncuların performansı çok başarılı. Bu filmde de arızalı kişi rollerinden birinde yine Paul Dano'yu görmekteyiz ve elbette yine takdir etmekteyiz. Ayrıca Hugh Jackman ve Jake  Gyllenhaal'un da maşallahları var.

Filmin içeriği ile ilgili kasıtlı bir şekilde ayrıntı vermeyeceğim, anlatmayacağım.
Merak edin.
Ama bence izleyin.


17 Kasım 2013 Pazar

Ales Ve Yaşam

Bugün ales vardı. Bilmeyenleriniz için :  Ales'i öğreniyorum

Ben de bu sabah, sabahın köründe sınav olacam oley oley diyerek İtü'ye gittim. Eskiden bir sınava tek başına gitmek daha kolaydı bence. Şimdi kalem bile getiremiyorsun yanında. Hazır veriyorlar. Çantanı içeri sokamıyorsun. Telefonunu da öyle. Aslında kendin dışında pek bir şey alamıyorsun yanına. Bir de girişteki polis kadın mıncıklıyor her yerini sen de kuzu kuzu kollarını açıyorsun filan. Neyse işte ben de bugün böyle elimi kolumu sallaya sallaya çıktım evden. Elimde bir tek sınava giriş belgem, Suriyeli göçmenler gibi yürüdüm yollarda. O kadar erken kalkmıştım ve o kadar uykusuzdum ki uzunca süre sadece sınav kağıdına odaklanınca, sınav bittikten sonra diğer şeylere bakarken zorlandım epeyce. Her şey filmlerdeki rüya sahneleri gibi çok parlak ve bulanık geldi. Mesela eve nasıl döndüğümü hatırlamıyorum. Baya da yürümüşüm aslında sonradan fark ettim. Böyle gözüm resmen hiçbir şey görmedi o kadar uzun paragraflı sorulara, o kadar yakından baktıktan sonra.

Neyse işte sonra eve geldim ve bir yığın şey.

Bir süredir de uzak kalmıştım bloğumdan. Fırsat bu fırsat dedim, biriktirdiklerimin fotoğraflarını çektim.



  Bu atkı olacak bittiğinde ablası.


Bitmiş, tamamlanmış yeni atkılar, yeni heyecanlar...

Can sıkıntısından Eminönü - Kürkçü Han'a giden ev hanımlarından başka bir ben olabilirim. Bunlar da kürkçüden. Rengarenk bi sürü bi sürü bebek.


Sahi siz yılbaşında ne takıyorsunuz?


Yeni kolyeler.


Bir de sevgiler.




8 Kasım 2013 Cuma

Aydınlanma Öncesi Dönemler

  Merhaba ;
                                 
  Geçtiğimiz günlerde apartmanımızın elektriği kesildi.

  Yaklaşık 18 saat de gelmedi. - Ay şehrin göbeğinde, böyle rezillik görmedim ayol. - Karanlıkta kaldığımız süre uzadıkça, çeşitli duygu değişiklikleri yaşamaya başladık biz de. - Sosyal bir gözlem geliyor hazır olun -.  Önce, bir süredir misafirimiz olan anne ve babam televizyonsuz günlerin ve arkadaşları arasında uydurdukları oyunların güzelliğinden bahsetti. Dolayısıyla şöyle bir 70 öncesine yolculuk yaptık. Akabinde, elektrik kesintisinin uzaması ile annemin daha çok küçükken, babaannesinin evinde gaz lambası ile oturdukları bir gecenin hatırası canlandı zihinlerimizde. En sonunda, uyumadan hemen önce ilk insanların yaşayışı hakkında bir şeyler konuştuğumuzu hatırlıyorum.

  Koyu karanlığın böyle etkileri var işte. Modern zamanlarda durduk yere zaman yolculuğu yaptırıyor.

  Ben de bu koyu karanlık içinde, telefonumun da şarjının bitmesi ile, elimde kalan tek teknolojik cihaza sıkı sıkıya tutunarak 2000'lerde kalmayı başardım. Fotoğraf makinemden bahsediyorum. O da size geceden bahsedecekti biraz :


Bu fotoğrafta günümüz dünyasını, nivea kremim ve tüy toplayıcı rulom temsil ediyor.


Mum ışığında kuş tüyünden kalemimle yazıya döktüğüm çok mühim bilgilerin yazılı olduğu parşömen topluluğu ve mumlar


O zamanlar seri üretim mi var, hep el işi - göz nuru.


Bitiyordu çekeyim dedim.





  Son iki fotoğraftaki kolye yeni. Birazcık etnik, birazcık çıplak göğüsleri ve rastalı saçları ile dans eden afrikalı kabile üyelerinin taktıkları kolyelerden... 

  Siz nasıl buldunuz?







6 Kasım 2013 Çarşamba

Secret Fort

Geç kaldığım günlerden birini daha yaşıyorum.

Havanın böyle biraz karanlık ama hafif rüzgarlı ve ılık olmasını seviyorum. Bana, kış gelmeden sıcak çay ile odamın bir köşesine tüneyip çok önemli işler başaracakmışım hissi veriyor nedense. Böyle, sadece düşen, sararmış yaprakların verdiği romantizm değil de, sanki bir dağ köyünde tatile çıkmışcasına bir dinginliği çağrıştırıyor bana.

Hislerim tam olarak mutluluk olarak adlandırılabilir mi bilmiyorum ama heyecanla, hüzünle, neşeyle ve dinginlikle karışık tuhaf bir şey yaşıyorum şu an.

Halimden memnunum.

Sanıyorum ki hayatımı mutlu şekilde idame ettirebilmemin tek kuralı heyecan hissetmem. Heyecan, mutluluktan ve diğer tüm duygulardan daha önemli benim için. Diğer hepsini yanına çağırıp toplayan o çünkü. Bu yüzden her sabah uyandığımda aklımda bir neden olmalı. Bu, çoğu insan gibi işe - okula - komşulara gideceğim gibi bir şey değil. Acelesi olmayan ama hep yapılacak büyük işlerin olduğu hissi. Tuhaf ama çok güzel.

Bazen diğer insanların yaşayış şeklinden uzak bir hayatım olması beni tedirgin ediyor. Bir şeyleri kaçırıyor, eksik bırakıyor hissi yaratıyor. Belki de öyledir bilemiyorum ama "farklı" geçirdiğim bunca zaman, kendim hakkında çok acayip şeyleri öğrenmeme neden oldu. Sanırım bu, alelade koşuşturmalı bir aksiyona yeğdir.

Yine de bir arayış içinde olmadığımı söyleyemem.

Ama en azından şu an neyi aradığımı biliyorum.








5 Kasım 2013 Salı

Ev Hali

Sanırım hiçbir zaman düzenli bir insan olamayacağım.

Renkleri bu kadar sevmem, iğrenç olabilme ihtimaline rağmen yumakların renklerini birbirine karıştırmam, hiç plan yapmadan, nasıl olacağına dair hiçbir fikir yürütmeden hep ortaya çıkacak yeni şeyin bilinmezliğinin heyecanını hissetmek istemem... Bütün bunlar bir şekilde dağınıklığımla alakalı.

Plan program düzen özlemi çeksem de bazen, bazen içime fenalıklar da gelse ve birden her şeyi kategorileştirip basitleştirmeye de girişsem, en genelinde, en azından etrafa şöyle bir baktığımda ben dağınık bir insanım.

Ama öyle çirkin bir dağınıklık değil bu. Gözüme hoş gelmeyen şeyleri göz önünde tutmayı da sevmem zaten.

Neyse, bunları anlatıyorum çünkü fotoğraflara bakıp da bana "pasaklı" demenizi istemiyorum. Pasaklılığımın altında bir felsefe varmış gibi yapıyorum. Keh keh keh.  

Bu arada aşağıda fotoğrafını görecek olduğunuz, ecnebilerin "cowl" dediği atkıyı ben ördüm. Hatta yeni bitti sayılır ve bittiği günden beri azıcık rüzgara maruz kalsa ölecek hastalığına sahip olan biri olduğumdan boğazımdan ayırmadım kendisini.

Severek takıyoruz. Sıcak sıcak geziyoruz velhasıl kelam.


 Evin her yerinden yumak fışkırdığını daha önce de söylemiştim. Şimdi o yumaklarla yaptığım irili ufaklı şeyler de olmadık yerlerden fışkırmaya başladı. Bu benim, dünyanınenkarışıkkütüphanesi ödülüne aday olan kitaplığımın küçük bir bölümü. Buz dağının görünen yüzü. Kitapların üzerinde pancake gibi yatan yuvarlaklar da bardak altlığı olarak planlanmış ve bir köşeye konularak unutulmuş şeyler.

  Bi de tabi, dünün pazartesi olması itibariyle - takı kursum pazartesi bebeyim -,  takı kursu malzemelerini barındıran çıkınım hala odanın bir köşesinde öylece kaldırılmayı bekliyor. Sanırım daha birkaç günü var bu işin. Evet, ne var? Tembelim.


Aslında en büyük haberden bahsetmeyi unuttum. Yaklaşık bir 10 yıl kadar önce canon eos 400 D isimli bir güzelle tanışmıştım. O dönem heyecanla fotoğraf çeken biriydim. Daha sonra sevdiceğimi Eminönü'nde bir güz vakti o karanlık akşamüstünde çaldırdım.

Bir vakit sonra bu hasrete dayanamayınca Canon Eos 450 D ile yollarımız birleşti. Ama fotoğraf çekmeye olan ilgimi biraz kaybettiğimden uzun zamandır öyle dekorasyon unsuru gibi duruyordu bir kenarda zavallı.

Bugün dedim madem benim artık bol fotoğraflı bir biloğum - bilok - var. Neden tekrar şey yapmıyorum. Yıllar önce aldığım, fotoğrafçılığı anlatan adamın kitabını açtım, küçüğümün de küçük kitapçığından bilgilerimi tazeledim. Ve sonra da bu post'ta görmüş olduğunuz fotoğrafları çektim.





İyi etmiş miyim?


30 Ekim 2013 Çarşamba

Rengarengo

Merhaba.

Evim yine çok dağınık.

Çünkü ben bir dolu yünüm, bir dolu takı tasarım malzemem varken gittim yine yenilerini ekledim koleksiyonuma.

Eminönü çok ilginç bir yer. Daha önce defalarca gitmiş, Mısır çarşısının arka çıkışının "Tahtakale" olduğunu öğrenmiş ve oralarda gezinmişliğim vardı. Fakat hanları ve içindeki cevherleri yeni yeni keşfediyorum.

Takı tasarım malzemelerim için Terme Han ve Güvener Han ile Marputçular Çarşısını tercih ederken,
Yünlerim için de Kürkçü Han'a gidiyorum şimdilerde.

Bir de aralarda birkaç "doğal taşçı"ya uğruyorum.


Yukardakiler hep Eminönü.
Bir bu kadar da irili ufaklı kutularda var dağınık dağınık.
Minicik boncuklarla uğraşırken derli toplu olmak da çok zor zaten. Özellikle benim gibi dağınık biri için.

Neyse, ben bunlarla uğraşıyorum, yapıyorum, beğenmiyorum tekrar baştan başlıyorum filan ama ne zaman yeni bir şey yapmaya başlasam, hep bir şeylerin eksik olduğu hissine kapılıyorum ve ertesi gün kendimi yine eminönü'nde buluyorum.

Bu bir çeşit hastalık biliyorum ama şimdilerde bana çok eğlenceli geldiği için kurtulmaya niyetim pek yok.


Bu da, elceğizlerimle yaptığım bir kolye. Yavaş yavaş farklı şeyler denemeye cesaret edebiliyorum sonunda.

Bunların dışında evdeki yün popülasyonunun günden güne artması, kenarda köşede şu görüntülere neden olmaya başladı :




Önceki yazılarımda bahsettiğim, yeni başlamış olduğum ve çift renk olarak tasarladığım atkımı yapmaktan vazgeçtim bu arada. Bunun yerine, elimdeki tek yünlerin güçlerini birleştirerek evimde yeni renkli yünler ürettim!

Onlar da işte bunlar :


Büyük bir bölümü üç farklı yünün birleşimi, bir ya da iki tanesi de iki renk.
Bunlarla da atkı yapmak istiyorum.

Fena olmadılar bence, siz ne dersiniz?






20 Ekim 2013 Pazar

Tembellik Üzerine

Her gün tatil yaptığım hayatımın şu döneminde, bayram tatilinin özel bir anlamı olmaması gerekiyordu benim için. Bu yüzden, sanki bütün yıl çok çalışmışım da tembellik yapmayı, yer yer gezip tozmayı hak etmişim gibi davranmam neden bilmiyorum.

Ama evet ben bu aralar tembellik yapıyorum.
Kitap okuyorum ve geziyorum.
Pek bir şeyle de uğraşmıyorum.




Ve şu an, yarın sabah 9:00'da olan takı tasarım kursuma nasıl gideceğim düşüncesi aklıma düşmüyor değil.

Sabahlardan nefret ediyorum!

Çünkü bütün sabahlar çok erken!

Ehm, neyse. Erken kalkmak ile ilgili olan problemimi de dile getirdiğime göre bayram günleri ayrıntılarına geçebilirim.


Bayramda gezinti duraklarım Taksim - Tünel - Osmanbey - Pangaltı - Beşiktaş - Gayrettepe - Mecidiyeköy şeytan yedigenindeydi.

Taksimde kah çay içerek kah bira içerek eğlendiğim zamanları, Pangaltı ve Mecidiyeköy'de yaptığım alışverişlerle taçlandırırken, Beşiktaş'ı ve Gayrettepe'yi de koşu parkuru olarak kullandım ve bu bacaklar günde 12 km'yi gördü bebeğim.

Pangaltı'nda çok güzel, yumuş yumuş bir yüncü dükkanı var bu arada. En kısa zamanda tekrar gidip bu sefer fotoğraf çekmeyi de planlıyorum çünkü çok güzel şeyler var. Biz şimdilik t shirt üstüne giyilecek bol kazak örme girişimi için şu ipi ve şu rengi tercih ettik :



Modeli de yine internetten bulduk bu arada. İsteyen olursa sevine sevine paylaşırım onu da.

Takılara pek dokunmadım, bir zincirle uğraşıyordum aslında ama ondan da sıkıldım ve yarına kadar biraz ara verip kendimi soğumaya bırakmayı yerinde buldum.

Şimdilik Yellow Pikap'tan bu kadar Houston.

Görüşmek üzere!




15 Ekim 2013 Salı

Örgü Atkı, Bardak Altlığı Ve Bu Aralar Ben


İstanbul bayramda tenha. Ne kadar mutluyum anlatamam. Yolda yürürken kimseye çarpmıyorum mesela. Köpeğimi dolaştırırken rahatım. Kimse hışt pışt kuçu kuçu yapıp önüme lazer ışığı tutmuyor. - Evet, bunu yaptılar. - Keşke hep böyle olsa diyorum ama biz de - çoğunluğumuz en azından -, bir sebepten başka yerlerden İstanbul'a gelmişiz. Hep başkalarının gitmesini istemek de biraz tuhaf oluyor bu yüzden. Aman her neyse. 9 gün keyfim yerinde. Oh ne güzel.

Ne diyecektim, hah... Ben de bu sakinlikte, hazır ailenin eksik kalan son bireyinin de İstanbul'a gelmesini beklerken boş durmayayım dedim. Atkı ördüğümü söylemiştim, ördüğüm bölümünün fotoğrafı işte burda :




Bir de minik sürpriz var : Çilek!!! Bardak altlığı olarak kullanılabilecek şirinlik. 


Siz de beğendiyseniz eğer, bana da söyleyin! :)


Mutlu Bayramlar!

Herkese mutlu, güzel, sağlıklı, neşeli, eğlenceli, bol kavuşmalı, özlem dindirmeli, tatil yapmalı bayramlar!

Şu 9 günlük tatil, çalışan insanlara ilaç gibi geldi gerçekten de. İyi, dinlensinler, dinlenin bolca. Ama hayvanlar da bugün, en az müslüman insanlar kadar şen olabilse keşke.

Hayvanlara işkence etmeyeceğimiz bayramların hayali ve özlemi ile tekrar mutlu bayramlar hepinize!